Özgürlük Nedir?
1766’dan beri, özgürlük kelimesi dünyanın Amerika olarak adlandırdığı insan deneyiminin pusulası ve ölçüsü olmuştur. Benimsedikleri ideolojiler ne kadar birbirinden uzak olsa da, hatta bazen aralarında uçurumlar dahi olsa, geçmişimiz, günümüz ve geleceğimizle gurur duyan ya da dert yanan herkes iddialarını ve eleştirilerini bu kelime üzerine dayandırmakta. İçimizde ise hep şu soruyu soruyoruz: Aslında ne kadar özgürüz? Pudralı peruklar içindeki bu adamların kimliğimiz ve takıntımız haline getirebilecekleri diğer tüm ideolojileri düşündüğünüzde, bize umut dolu, açık uçlu ve iyimser gelen özgürlük, seçenekler arasından en sağlıklısı gibi görünmektedir.
Hal böyleyken, belki de özgürlük bizim için bu kadar temel ve tanıdık bir kavram olduğundan, şu hayati soruyu nadiren sorarız: Özgürlük nedir? Anlamını bildiğimizi varsayarız. Peki gerçekten biliyor muyuz? Özgürlük, bilgisayarlarımıza ve dünyaya enerji sağlayan işletim sistemlerine benzer bir şeye dönüşmüş durumda – çoğumuzun ne olduğunu ve nasıl çalıştığını anlamadan bel bağladığı, garanti gördüğü bir şeye. Bana göre fikir ayrılıklarımızın hepsi olmasa da çoğu, bu kılavuz ülkünün yeterince net bir şekilde anlaşılmamasından kaynaklanmaktadır.
Bu kısa yazıda, özgürlüğün zamanın ötesindeki fizik yasalarına dayanan, ve böylece siyasete dayanan yaygın inanışlardan daha doğru ve dolayısıyla daha kullanışlı bir tanımını yapmak istiyorum. 2012 yılında birlikte “Design in Nature” adlı kitabı yazdığım, Duke Üniversitesi’nin ünlü makine mühendisliği profesörü Adrian Bejan’ın çalışmalarına dayanan bu bilimsel çerçeve, özgürlüğü bütün görkemi ve gücüyle daha net ve daha doğru bir şekilde görmemizi sağlamaktadır.
Özgürlüğe dair yaygın inanışlarla başlayalım. New Oxford American Dictionary, özgürlüğü “birinin herhangi bir engel ya da kısıtlama olmaksızın istediği gibi hareket etme, konuşma, düşünme gücü veya hakkı” olarak tanımlamaktadır. “Hapsolmama ya da köleleştirilmeme durumu” ve “iradeye atfedilen kendi kaderini tayin etme gücü” de diğer tanımları arasındadır.
Anlamı gayet açık, öyleyse sorun ne? Sorun şu: Bu tanımlar, özgürlüğe dair dar ve sınırlı bir bakış açısı sunarak, onu bir insan icadı, temelde insanlar arasındaki ilişkilerde geçerli olan bir fikir olarak yansıtmaktadır. Elbette kelebeklerin özgür olduğunu, dağlarda geçirilen zamanın – hatta beli lastikli pantolonların – özgür hissettirdiğini söyleyebiliriz, ancak bunlar politik bir kavramın mecazi kullanımlarıdır. Antik Yunanlardan beri özgürlük insanların ilgilendiği bir mesele olmuştur.
Bejan ise, yüzlerce hakemli makale ve kitap sayesinde özgürlüğün çok daha kapsamlı bir kavram olduğunu keşfetti. Bu insani bir kavram değil, fiziksel bir gerçeklikti.
Kelebeklerin yaşamı ve etrafımızdaki her şey özgürlüğe bağlıdır. Bejan, bu anlayışı ilk kez 1995 yılında dile getirdiği ve Yapısal Tekamül Yasası (Constructal Law) adını verdiği etkileyici bir açıklamasında özetlemiştir. Buna göre:
Sonlu boyutlu bir sistemin zaman içinde yaşamını devam ettirmesi için, akışlara daha kolay erişim sağlayacak şekilde gelişmesi gerekmektedir.
Biliyorum kulağa biraz karmaşık geliyor, ama aslında fikir basit: Gezegenimize hareket eden her şey – yerdeki su, vücudumuzdaki kan, finansal sistemlerdeki para – akımdan (su, kan, para) ve içinden aktıkları kanallardan (nehirler, damarlar, finansal sistemler) oluşan bir sistem oluşturur. Hareket etme ve değişme özgürlüğü sağlandığında bu akış sistemleri, daha fazla akımı (ya da kütleyi) daha kolay hareket ettirmek için zaman içinde belirli bir yönde tekamül eder.
Nasıl olduğunu anlamak için yeryüzüne düşen ilk yağmur damlalarını düşünün. Başlangıçta bunlar izole varlıklardı. Ancak birlikte hareket etmek ya da akmak daha kolay olduğu için çok geçmeden birleşmeye başladılar. Milyonlarca yıl boyunca bu düşüncesiz, cansız moleküller dereleri, ırmakları, akarsuları ve nehirleri oluşturdu. Bugün, bu ağaç şeklindeki nehir havzaları dünyanın her yerini kaplamakta ve suyu ovadan okyanusun ağzına, yağmur damlalarının tek başlarına süzülmeye mahkum olmaları halinde yapacaklarından çok daha etkin bir şekilde taşımakta.
Kendisi ve dünya çapındaki işbirlikçileri tarafından yürütülen kapsamlı çalışmalar sayesinde Bejan, Yapısal Tekamül Yasası’nın dünyamızı şekillendiren ve yapılandıran tasarımların ortaya çıkışını ve tekamülünü nasıl öngördüğünü göstermiştir. Aynı prensip, havanın neden gökyüzünde jet akımları oluşturmak üzere birleştiğini ve insan tarihinin aslında nasıl insanların, malların, paranın ve fikirlerin daha büyük miktarlarda ve daha kolay bir şekilde hareket edişini özetlediğini açıklamaktadır. Tüm bunlar, tabiat boyunca daha kolay akmalarını sağlayan daha gelişmiş kanallara dönüşecek şekilde organize olmaktadır.
Peki bu neden olur? Bilmiyoruz. Tıpkı sıcağın soğuğa doğru hareket etmesi gerektiğini, maddenin korunması gerektiğini öngören termodinamik yasaları gibi, yapısal tekamül yasası da gözlemlenebilir ve evrensel bir olguyu özetleyen bir fizik prensibidir: maddenin, akış erişimini artıran tekamül eden tasarımlar üretme eğilimi. Bu prensibin ardında hiçbir mekanizma yoktur; kendisi nedensiz bir nedendir.
Yani, her şey özgürlüğe bağlıdır: akan maddenin tekamül etme özgürlüğüne. Bu, doğanın gizli tarifidir. Gezegenimiz, her şeyin daha kolay akmasına izin veren tasarımlar üretme adına hareket etme özgürlüğü sayesinde, ateşli eriyik bir toptan okyanuslar ve nehirler, dağlar ve ormanlar, şehirler ve hava ulaşım sistemlerinden oluşan harika bir küreye dönüşmüştür. Bejan bunu şöyle ifade eder: “Özgürlük, gözlemlenen bir nesnenin değişmesine izin veren bir sürü fiziksel (ölçülebilir) özelliktir. Özgürlük yoksa, değişim de yoktur. Değişim yoksa, tekamül de yoktur. Tekamül yoksa, yaşam da yoktur. Özgürlük, fiziktir – biyolojik ya da biyolojik olmayan – ve bu, tekamül, doğa ve yaşam için de geçerlidir.”
RealClearPolitics için yazı yazdığım şu noktada, soru hala aynı: Özgürlük tamamen insan icadı değilse, fizik, politika ile ilgili düşünme biçimimizi nasıl değiştirecektir?
İlk olarak, bize özgürlüğün sabit bir sonuçlar dizisi, insan davranışının ölçüsü olan kesin yasalar olarak görüldüğü yaygın bir anlayışın kısıtlılığını gösterecektir. Beni yanlış anlamayın, ideallerin olması iyi bir şeydir. Ancak, idealler bize nereye gitmemiz gerektiğini söylerken oraya nasıl gideceğimizi söylemezler. Bu yaygın anlayış, özgürlük gibi fikirlerin bizlerin öylece benimsemeyi ya da reddetmeyi seçtiğimiz şeyler olduğunu varsaymak gibi bir yanlışa düşmektedir. Mesela, demokrasinin neden komünizmin düşüşünün ardından Rusya’da ya da Arap Baharı sırasında Orta Doğu’da gelişmediğini sorduğumuzda, cevaplarımız genelde yöneticilerin ve yönetilenlerin başarısızlıkları etrafında dönmektedir.
Yapısal Tekamül Yasası ise, politikanın fiziksel gerçekliklere; fikirlerin ve yasaların, hakların ve uygulamaların güç merkezlerinden halklara ve halklardan güç merkezlerine doğru hareket ettiği tekamül eden sistemlere dayandığını göstererek bu soruya daha iyi bir yanıt sağlamaktadır. Amerika Birleşik Devletleri gibi gelişmiş demokrasilerde, hukukun üstünlüğü, “bir kişi bir oy”, özgür ve adil seçim ve özgür basın gibi kavramlar, demokrasinin tasarımlarından geçen “akımlardan” sadece birkaçıdır. Bu akımlar ve kanallar bir çırpıda empoze edilemez; zamanla, küçücük derelerden güçlü nehir havzalarını yavaş yavaş yaratan yağmur damlaları gibi, zaten var olanın üzerine inşa etmek zorundadırlar.
Politik sistemleri değerlendirirken sorulması gereken asıl soru, bu sistemlerin bazı ütopik ideallere kıyasla ne kadar özgür olduğu değil; insanların, fikirlerin, malların, paranın ve geri kalan her şeyin kendilerini daha kolay hareket etmelerini sağlayacak tasarımlar halinde örgütleme özgürlüğüne ne ölçüde izin verdiği ya da kısıtladığıdır.
Komünizm yönetimindeki Romanya’da büyüyen Bejan, diktatörlüklerin başarısızlığa mahkum olduğunu, çünkü yalnızca halklarla değil, fizik yasalarıyla da savaştıklarını öne sürmektedir. Sansür, baskı ve yıldırma, diktatörlüklerin, insanlar da dahil olmak üzere doğadaki her şeyin daha özgür bir şekilde akma eğilimini kısıtlamak için kullandıkları araçlardır.
Son olarak, özgürlüğün fizik yasaları, Kurucu Ataları değişik bir açıdan takdir etmemizi sağlamalıdır. Onların bize en büyük armağanı Bağımsızlık Bildirgesi ve Anayasa’da yer alan haklar değil, gerçekten özgür, gelişebilen, daha iyiye gidebilen politik bir sistemdir. Geçmişimizi bir altın çağ olarak görenler, tarihimizi bir dizi ahlaki başarısızlık olarak görenler kadar yanılgıdadır. Amerika gerçekten muhteşem bir deneyim, çünkü değişim kapasitemiz asla var olmadığımız, ama her zaman oluşmakta olduğumuz anlamına gelmekte. Özgürlük içinde.
✒️ Bu yazı J. Peder Zane tarafından yayınlanan “The Physics of Freedom” başlıklı yazıdan çevrilmiştir.